Tağut’a Muhakeme: Dârü’l-İslâm’da İkrah Şartı Vacip İken, Dârü’l-Küfür İkrah Şartı Aranmaz.
Tağut’a Muhakeme: Dârü’l-İslâm’da İkrah Şartı Vacip İken, Dârü’l-Küfür İkrah Şartı Aranmaz.
Gürsel Gürbüz
İslam hukukunda ve akidesinde önemli bir yer tutan “tağuta muhakeme” meselesi, hem Dârü’l-İslâm hem de Dârü’l-Küfür kavramları çerçevesinde alimlerin yoğunca tartıştığı ve icmâ ile belirlenen temel prensiplerden biridir.
Dârü’l-İslâm’ın hâkim olduğu ve İslam mahkemelerinin fiilen işlediği bir coğrafyayı ifade ederken, Dârü’l-Küfür ise İslam’ın siyasi hakimiyetinin bulunmadığı, İslam mahkemelerinin mevcut olmadığı veya işlemekte zorlandığı yerlerdir. Alimlerin icmâsı, Dârü’l-İslâm sınırları içinde yaşayan bir Müslümanın, İslam mahkemesinin varlığına rağmen tağutun (batıl otoritenin) mahkemesine gitmesi durumunda, burada bir “ikrâh şartı” aranmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü İslam mahkemesi mevcutken tağutun mahkemesini tercih etmek, Müslümanın hem imanını hem de İslamî duruşunu zedeleyen bir tercihtir ve bu tercihin altında mutlaka bir zorlama veya mecburiyet (ikrâh) olmalıdır.
Ancak Dârü’l-Küfür bölgesinde durum farklıdır. Burada İslam mahkemesi yoktur veya İslam hükümleri fiilen uygulanmamaktadır. Bu durumda, tağutun mahkemesine başvuran bir kimse için ikrâh şartı aranmaz; onun durumu, tağutu inkar edip etmediğiyle değerlendirilir. Yani, İslam mahkemesinin bulunmadığı bir yerde yaşayan müminin tağut mahkemesine gitmesi bir ikrâh meselesi değil, iman ile alakalı bir durumdur. Eğer kişi tağutu inkar ediyorsa, bu durum imanına zarar vermez. Ancak tağutu tanıyor ve kabul ediyorsa tekfir etmek vacip olur. Dârü’l-İslâm içindeki tağuta muhakeme meselesinde ikrâh şartının mahiyeti, hem de Dârü’l-Küfür’deki durumun esasları daha net ortaya konacaktır. Nitekim;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ ۖ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۚ ذَٰلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah’a ve âhiret gününe gerçekten inanıyorsanız- onu Allah’a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.” (Nisa: 59)
1- Dârü’l-İslâm’da Muhakeme;
Selefî usule göre değerlendirildiğinde: Müminlerin bütün hüküm işlerinde, itaat ve muhakeme makamında yalnızca Allah’a, Resûlü’ne ve Allah’ın şeriatıyla hükmeden ülü’l-emre başvurmaları gerekir. Ayetteki “eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve Resûl’e götürün” emri, ihtilaflarda müracaat edilecek yegâne merciin İslam şeriatıyla hükmeden mahkemeler olduğunu net bir şekilde ortaya koyar.
Bu itibarla, İslam dışı ideolojilere, sistemlere ve mahkemelere muhakeme olmak, tağuta muhakeme sayılır. Çünkü Allah, tağutu inkâr etmeyi emretmiştir (Nisâ 60). O halde bir Müslüman, bu ayetin gereği olarak:
Beşerî ideolojilere dayalı tüm hüküm kaynaklarını (laik, seküler, demokratik vs.)
Allah’ın indirmediği hükümlerle hükmeden mahkemeleri ve bunlara itaat etmeyi reddetmekle, tağutu inkâr ettiğini ilan etmeli ve sadece Allah’ın indirdiği ile hükmeden mahkemelere muhakeme olmayı kabul etmelidir.
Bu ve benzeri muhkem naslar icma ile şer’i mahkemeye başvurmayı bir ibadet, farz ve kulluk birimi olduğunu vurgular. Öyle ki tüm ihtilafların başvuru mercii için gerekli şartlar;
a) Allah ve Resülüne itaat
b) İhtilafın mercii islam mahkemesi
c) Kalbinde burukluk taşımadan razı olması
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ ۖ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Onu tanımamaları kendilerine emredildiği hâlde tâğûtun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları büsbütün saptırmanın yollarını arıyor.” Nisâ Suresi 60. Ayet:
* وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَىٰ مَا أَنزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin’ denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” Nisâ Suresi 61. Ayet:
2- Külli Kaide Ve Alimlerin Sözleri;
التَّحَاكُمُ إِلَى غَيْرِ شَرْعِ اللهِ تَحَاكُمٌ إِلَى الطَّاغُوتِ
(Allah’ın şeriatı dışında bir hükme başvurmak, tağuta muhakemedir) İbn Kesîr (v. 774/1373)
“Allah’ın kitabını ve Rasulullah’ın sünnetini terk ederek onların dışında batıl şeyleri hakem kabul edenleri kınamaktadır. İşte burada tağut ile kastedilen budur.
التَّحَاكُمُ إِلَى الطَّاغُوتِ نَاقِضٌ مِنْ نَوَاقِضِ الْإِسْلَامِ
(Tağuta muhakeme, İslam’ı bozan durumlardandır)
Muhammed bin Abdilvehhab;
Tağutun hükmünü meşru kabul eden veya bu yolda adalet arayan kişi, İslam’dan çıkmış olur. Muhammed b. Abdilvehhab, “Nawâqid al-Islâm”, Madde 8
كُلُّ مَنْ تَحَاكَمَ إِلَى الطَّاغُوتِ فَقَدْ كَفَرَ بِاللَّهِ
(Kim tağuta muhakeme ederse, Allah’ı inkâr etmiştir)
وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ (en-Nisâ 60)
“Hâlbuki onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı.” İbn Teymiyye – es-Siyâsetü’ş-Şer‘iyye
Tağut olan anayasa mahkemesini meşru gören kişi küfre girer.
Şeyh Abdurrahman bin Hasan (v. 1285/1869)
“Tağut, Allah’tan başka ibadet edilen, hüküm verilen ve itaat edilen her şeydir.” Şeyh Abdurrahman bin Hasan, Fethu’l-Mecîd, s. 106.
Şeyh Abdül Aziz bin Baz (1330-1420 H / 1910-1999 M)
Tağuta itaat ve muhakeme kesinlikle haramdır; ancak Dârü’l-Küfür’de zorunlu durumlarda farklıdır. Fetâwâ Bin Baz, c. 3, s. 112.
الحُكْمُ بِغَيْرِ مَا أَنْزَلَ اللهِ كُفْرٌ أَكْبَرُ إِذَا كَانَ عَنْ جَحْدٍ أَوِ اسْتِبْدَالٍ
(Allah’ın hükmünü inkarla veya değiştirmeyle terk etmek büyük küfürdür)
Allah’ın hükmünü geçersiz sayan veya onun yerine başka hükümleri meşru gören kimse İslam dairesinden çıkar. İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ, 3/268; el-Kevâidü’l-Müslahâ, s. 75
İbn Kayyim el-Cevziyye (v. 751/1350)
“Tağut, ibadet edilen, tabi olunan veya itaat olunan olsun, kulun haddini aşmasına vesile olan her şeydir. Her kavmin tağutu, Allah ve Resulü dışında onun hükmüne başvurdukları, Allah’ı bırakıp ibadet ettikleri, basiretsizce Allah’ın dışında tabi oldukları veya Allah’tan başka itaat ettikleri kimselerdir.”İbn Kayyim el-Cevziyye, A’lâmü’l-Muvakkıîn, 1/50.
الرِّضَا بِالْكُفْرِ كُفْرٌ
(Küfre razı olmak da küfürdür)
Tağutî kanunları beğenmek, desteklemek, onlara gönül hoşnutluğu göstermek imanla bağdaşmaz. İbn Hazm, el-Muhallâ, 11/403; İbn Teymiyye, Siyasetü’ş-Şer‘iyye, s. 12
Şeyh el-Halabî
Tağut, Allah’ın hükümlerine aykırı sistemdir; tağuta muhakeme haramdır. Ancak zaruret durumu değerlendirilmelidir. Kitâbu’l-Kavâid.
مَن رَضِيَ بِالْحُكْمِ بِغَيْرِ مَا أَنْزَلَ اللهُ فَقَدْ كَفَرَ
(Allah’tan başkasının hükmüne razı olan kimse küfre girer)
Hâkim tağut değilse bile, kişi tağutun hükmüne rıza gösterirse o da küfre düşer. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, 2/397; el-Cezâirî, Aydâhü’l-Akîde, s. 213
İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1449)
“Dünya hükümlerinin zâhire göre verileceği hususunda âlimlerin hepsi icmâ etmişlerdir.” İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, 12/273.
3- Dârü’l-Küfür’de Muhakeme;
Eğer kişi Tağut mahkemesine kalben razı olarak, bile isteye ve Allah’ın hükmünden üstün görerek giderse, yine küfre düşer. Çünkü bu ayetler tağut’a ibadet ve küfre götüren usul açısından illetleri tesbit etmiştir.
a) Tağut’u İnkar etmemek.
b) Rıza ve razı olma.
c) Adaletli görme.
d) Şer’i mahkemeden yüz çevirmek.
Bu konum’da olan kimseler ister ikrah ister ikrah olmasın ister şartların birini terk etsin ister hepsini terk etsin bu kimseler tekfir edilmeyi hak ederler.
4- Küfür Olmayan Durum;
Eğer kişi mecbur kaldığı için, hak almak, zulümden korunmak, nefsi müdafaa gibi zorlayıcı sebeplerle başvuruyorsa, kalben Allah’ın hükmüne iman ediyorsa, bu kişi kâfir olmaz.
Bugün İslami mahkemeler yok; İslamî adalet uygulanmıyor.
Zulüm, gasp, tecavüz, fitne, çocuk kaçırma, fiziksel ve ekonomik mağduriyet çok yaygın.
İnsanlar korunmasız ve haklarını meşru yoldan arayacak bir İslamî otoriteye ulaşamıyorlar.
İslam’da ikrah, kişinin kendi isteği olmadan tehdit, zorbalık veya büyük bir zarar korkusuyla bir şeyi yapmasıdır. İkrah altında yapılan bazı fiillerden dolayı kişi sorumlu tutulmaz. Nitekim;
“Kalbi imanla mutmain olduğu hâlde inkâra zorlanan kimse hariç…” (Nahl 16/106)
İkrahın hangi fiillerde ve hangi derecede geçerli olduğu hususunda âlimler arasında ihtilaf vardır. Bazı âlimler belli şartlarda “tam ikrah” olduğunu söylerken, bazıları aynı durumda “ikrah tam değildir” demiştir.
5- İllet ve Sebep Açıklaması (Usul ve Kaide Açısından)
Bu meselede küfrün illeti (yani küfür olmasının sebebi) şudur:
a) Tağutun hükmüne kalben rıza
b) Allah’ın hükmünü reddetmek
c) Tağutun hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmek
d) Tağutun hükmünü helal saymak
e) Tağutu adaletli görmek
Sadece muhakeme olmak, otomatik olarak küfür değildir. Muhakeme ile birlikte rıza ve helalleştirme olursa küfür olur.
İbn Kayyım şöyle der:
6- Külli Kaide Ve Alimlerin Sözleri;
“İnsan, Allah’ın hükmünü bırakıp başka bir hükmü kabul ederse ve bununla razı olursa bu, apaçık bir küfürdür.” (İ’lâmü’l-Muvakkıîn, 1/50)
İbn Teymiyye:
“Allah’tan başka birisinin hükmüne başvurmak isteyen kimse, eğer bunu helal görüyorsa kâfirdir. Eğer zaruret veya hata sebebiyle başvuruyorsa, kâfir değil fasık olur.” (el-Fetâvâ’l-Kübra, 4/180)
İmam Şevkanî:
“Allah’ın indirdiği hükmü bırakıp tağutlara başvuran bir kimse, eğer onu şer’î hüküm olarak görürse, şüphesiz küfre düşer.” (Fethu’l-Kabîr, 1/319)
Muhammed bin Abdilvahhab:
“Bir kimse, tağuta muhakeme olursa ve onu kalben üstün görürse kâfir olur. Şayet dünyalık bir maslahatla, kalben nefret ederek müracaat ederse, bu şirk değildir.”(Muallâkat, s. 43)
لاَ يَجْتَمِعُ الإِيمَانُ وَالتَّحَاكُمُ إِلَى الطَّاغُوتِ فِي قَلْبِ امْرِئٍ
(Bir kalpte iman ile tağuta muhakeme bir arada bulunmaz)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ
“Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapmadıkça iman etmiş olmazlar.”(en-Nisâ, 4/65) Tefsîru’l-Bağavî, 1/521
Allah’ın şeriatını bırakıp beşerî kanunlara gitmek, açık bir şekilde tağutluk olarak tanımlanmıştır. Kaynak: Kurtubî Tefsiri, 5/279; İbn Kesîr Tefsiri, 1/519
مَنِ اسْتَحَلَّ التَّحَاكُمَ فَقَدْ أَشْرَكَ
(Tağuta muhakemeyi helal gören şirke düşer)
…يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوٓاْ إِلَى ٱلطَّٰغُوتِ… (en-Nisâ 60)
Kaynak: el-Âlûsî – Rûhu’l-Meânî
“İslam devleti olsa bile ben laik mahkemeye giderim” demek şirktir.
Şeyh Muhammed bin İbrâhim Âl-i Şeyh (v. 1389/1969)
“Bilinmelidir ki beşerî kanunlarla amel edenler, kabul etseler de yüz çevirseler de Allah’ın hükmünün dışında kalan bütün hükümler câhiliyyenin hükümleridir.” Şeyh Muhammed bin İbrâhim, Şerhu Tahkîmi’l-Kavânîn, s. 32.
الإِيمَانُ يَبْطُلُ بِالرِّضَا بِالطَّاغُوتِ
(Tağutu kabullenmekle iman bozulur)
فَمَن يَكْفُرْ بِٱلطَّٰغُوتِ وَيُؤْمِنۢ بِٱللَّهِ فَقَدِ ٱسْتَمْسَكَ… (el-Bakara 256)
Muhammed b. Abdilvehhâb – Tefsîr Ayeti’l-Kürsî
Misal: “Laik sistemin faydası var” diyerek razı olmak imanla çelişir.
Süleyman bin Sehmân (v. 1349/1930)
“Tağut; hüküm tağutu, ibadet tağutu ve itaat ve tabi olma tağutu olmak üzere üç türlüdür.”
Kaynak: Süleyman bin Sehmân, ed-Durerü’s-Seniyye, 8/272.
الإِيمَانُ وَالتَّحَاكُمُ إِلَى الطَّاغُوتِ لَا يَجْتَمِعَانِ فِي قَلْبٍ وَاحِدٍ
(İman ile tağuta muhakeme aynı kalpte toplanmaz)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ… (en-Nisâ 65)
Kaynak: İbn Kesîr – Tefsîrü’l-Kur’ân
Örnek: Hem İslam’a iman ettiğini hem tağuta gittiğini söyleyen çelişiyor.
Eğer istersen bu 20 kaideyi tablo, PDF veya ders metni şeklinde düzenleyebilirim. Aynı zamanda devamında 20 kaide daha hazırlamamı ister misin?
Şeyh İbn Baz el-Faysalî
Görüş: Dârü’l-İslâm’da tağuta itaat reddedilir; Dârü’l-Küfür’de ise ikrah ve zaruret durumları göz önünde bulundurulur. Fetâwâ el-Bin Baz.
Tüm bu delillerden sonra tağutun varlığı, yetkisi ve meşruiyeti tamamen reddedilir. Çünkü tağut, İslam şeriatının dışında hüküm koyan, Allah’ın hükmüne karşı çıkan, bâtıl otoritedir. Bu anlayışa göre tağutun meşruiyeti yoktur ve ona itaat haramdır.
Bu, Allah’ın hükmü dışında hüküm koyanın tağut olduğunu ve onun hükmünü reddetmenin esas olduğunu gösterir.
Eğer İslam mahkemesi mevcut iken kişi veya grup, ihtilafını İslam mahkemesine bırakmayıp tağutun mahkemesine gidiyorsa bu durum külli kaideye göre tekfir sebebidir.
“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin; sonra yüz çevirirseniz, bilin ki Allah kafirleri sevmez.” (Âl-i İmrân, 3/32)
Burada itaatin muhatabı Allah ve Resûlü’nün tayin ettiği mahkemedir. İslam mahkemesi mevcutken tağut mahkemesine gitmek, Allah’ın hükmünü terk etmektir. Dolayısıyla buna göre olanlar tekfir edilir.
Özellikle İslam şeriatının hâkim olduğu zamanlarda, bu kaide daha net uygulanmıştır.
İslam Mahkemesi yoksa ve ihtilaf kapsamındaysa mahkeme olma hakkı
Bu görüş daha esnek ve günümüz Dar’ül küfür şartlarını da hesaba katar. İslam mahkemesi mevcut değil, ya da erişilemezse ve kişi zorlayıcı şartlar altındaysa İslam’ı sabit olan biri bu şartlarda tağut mahkemesinde muhakeme olur.
Yani, Dar’ül küfürde (İslam’ın hükmünün tam anlamıyla tatbik edilmediği yerlerde) zorunlu hallerde, zorlayıcı durum zaten muhakeme dediğimiz şey ikrah, zorlayıcı hal yada zaruret sebebiyle tağut mahkemesine gitmek caiz görülebilir ve bu kişi tekfir edilmez.
Tağutun varlığını ve hükmünü inkar etmek: Külli kaidedir, reddi vaciptir.
İslam mahkemesi varken tağut mahkemesine gitmek: Tekfirdir, çünkü bu Allah’ın hükmünden yüz çevirmektir.
İslam mahkemesi yoksa Tağut mahkemesine gitmek caizdir, kişi tekfir edilmez. Çünkü meşru alternatif yoktur.
İslam şeriatının tam uygulandığı zamanlarda ve şartlarda, tağut mahkemesine gitmek büyük bir suç ve tekfir sebebidir. Ancak günümüz koşullarında, özellikle İslam mahkemelerinin bulunmadığı, ya da erişimin zor olduğu durumlarda, kişi zorunlu hallerde tağut mahkemesinde çözüm arayabilir. Bu durumda muhakemedeki zaruret hali devreye girer ve tekfir edilmez. Burada önemli olan kişinin kalbinde İslam’a sadakatinin ve bağlılığının olmasıdır.
7- Darü’l Küfür’de İstidlalimizi Destekleyen Nas Hükmünde Kaynaklar;
İslam mahkemeleri'nin olmadığı bir yerde bir kimse kendi hakkını arayarak azimete başvurabilir. İster kafir olsun ya da müşrik olsun bir kimse adaletli olabilir ve iyilikle davranabilir. Nitekim
Ümmetin icmaıyla sabittir ki; bir kimsenin Dârul İslam’da, İslam şeriatına göre hükmeden mahkemeler mevcutken tağutun mahkemesine başvurması, o kişinin münafıklık ve küfürle nitelenmesini gerektirir. Zira burada mesele sadece muhakemenin kendisi değil, kişinin iradesiyle yaptığı tercihtir.
İkrah (zorlanma) şartı, İslam mahkemesinin varlığına rağmen, bir kimsenin kendi iradesiyle tağutun hükmüne başvurması sebebiyle gündeme gelir. Kur’ân-ı Kerîm’in şu ayeti bu konuda temel ölçüdür:
“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi? Tağutun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Oysa onlar, tağutu inkâr etmekle emrolunmuşlardı…” (Nisâ 4/60)
Bu ayetin bağlamında anlaşılıyor ki, bir kimse tağutu muhakeme merci edinmişse, bu tercihi küfür ve nifak alametidir. Zira bir müminin vasfı, Allah’ın hükmüne teslimiyet ve razı oluş iken; münafıklar ise Allah’ın hükmünü reddederek tağuta yönelir.
Dolayısıyla, İslam Şeriatında “ikrah”ın (zorlanma hâlinin) dikkate alınması, bir kimseye zorlama, baskı, işkence gibi unsurların tatbik edilip edilmediğiyle ilgilidir. Yani eğer bir Müslüman, canına, malına, namusuna yönelik bir tehdit altında kalmadan, tamamen kendi rızasıyla tağutun mahkemesine başvurmuşsa, bu tercihi küfürdür ve tekfir edilir. Çünkü:
Allah’ın hükmüyle muhakeme olmak ibadettir.
Bir mümin bu ibadeti ancak Allah için yerine getirir.
İslam devleti mevcutken, Allah’ın hükmünü terk edip tağutun hükmünü tercih edenin gerekçesi ancak münafıklıktır.
Bu sebeple “ikrah şartı”, yani bir kimsenin zor altında olup olmadığı, özellikle İslam mahkemesinin mevcut olduğu durumlarda gündeme gelir. Müslüman, ancak ciddi ve gerçek bir zorlamayla tağutun mahkemesine giderse mazeretli sayılır. Aksi halde, tağuta muhakeme bir küfürdür ve bunu isteyerek yapan kimse, Kur’an’ın hükmüyle münafık olur.
Tağutun mahkemesini tercih etmenin küfür olduğu, “ikrah”ın İslam mahkemesi olduğu hâlde tağutun tercih edilmesiyle ilişkili olduğu, Kur’anî delillerle ve usul kaideleriyle açıkça ortaya konmuştur. Nitekim daru’l küfür’de;
A- Rasulullah aleyhissalatu vesselam Necaşi için "O Adil bir kimsedir oraya gidin" demesi konunun anlaşılması açısından önemlidir. (Ahmed)
B- “Hilful fudul" denilen faziletliler paktı kafirlerce kurulmuştu ama onlar hep mazlumun yanında olmuşlardı ve Peygamberimiz bu kurumu onaylamıştı. (İbni Hişam)
Dolayısıyla o zamanlar cahiliye toplumu olarak onlar müşrik iken Peygamberimiz hanif dinine mensup olmasına rağmen, zalime haddini bildirme adına kurumu eylemleri ile desteklemiş ve icra etmişlerdir.
Dolayısıyla burada bir Müslümanın kendi izzetini, şerefini, namusunu, malını ve mülkünü yada haksız cinayetleri her türlü kötülüğü ve tecavüzleri önlemek adına böyle yerlere tağutu ret ve inkar ederek ve istemeye istemeye gitmesinde bir sakınca olduğuna inanmıyoruz.
C- Rasulullah aleyhisselam; Ebu Hureyre'den rivayet edilen hadiste "Müslümanlar arasında haramı helal, helali ve haram etmeyen sulh caizdir” demesi. (Tirmizi)
D- Bureyde hadisinde Rasulullah aleyhissalatu vesselam "Senden Allah'ın hükmünü isterlerse sakın onları Allah hükmü ile değil! kendi hükümün ile tatbik et" demesi. (Ahmed)
E- Yine aynı zananda Ebu Şureyh hadiside buna delildir;
Peygamberimiz aleyhi selam sana ne için Abulhakem diyorlar? O, "Ey Allah'ın resulü onlar bir konuda ihtilaf ettikleri zaman bana gelirler ben de aralarında hüküm veririm ve iki tarafta razı olurlar." Peygamber Efendimiz aleyhisselam "Ne güzel" demesiyle onun o durumunu onaylanmıştır. (Tirmizi)
F- Kureyş heyeti Necaşi'ye gelerek Cafer radıyallahu anh ve onun arkadaşlarının istemesi ile ilgili duruşmaya katılmaları buna delildir. (İbni Hişam)
G- Yusuf Aleyhisselam mahkemede kendini savunması;
Yusuf Aleyhisselam'ın zina iftirasında kapının önünde efendisini karşılaşması ve Yusuf aleyhisselam kafir bir toplumda kendini savunması, bu tağuti mahkemelerde kendini savunma ve kadının akrabasından birinin şahitlik etmesi ve hüküm vermesi buna delildir.
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“Yok eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir, o (Yusuf) doğru sözlülerdendir.” (Yûsuf, 27)
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
Gömleğin arkadan yırtıldığını görünce (hanımına): “Şüphesiz ki bu, sizin tuzaklarınızdan biridir. Gerçekten sizin tuzağınız büyüktür.” demişti. (Yûsuf, 28)
H- Yusuf Aleyhisselam mahkemeye başvuruyor .
Bir zülmün, kötülüğün, iftiranın, haksızlığın ya da bir mağduriyetin giderilmesi adına tağuta başvurmanın küfür olmadığına delil yine Yusuf aleyhisselam'ın zindanda iken ayette ifade ettiği üzere
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ۟
O ikisinden, kurtulacağını sandığı kişiye demişti ki: “Beni efendinin yanında an.” Şeytan ona (Yusuf’u) efendisinin yanında anma meselesini unutturdu. Böylece birkaç yıl daha (üç ile dokuz yıl arası) zindanda kaldı. (Yûsuf, 42)
Yusuf aleyhisselam kralın yakınlarından iki kişinin cezaevinde iken, onlardan birine "Efendi'nin yanında Benden bahset" diyerek burada kafir olan ve küfür kanunlar ile hükmeden mısır kralının başka dine mensup olmasına rağmen Yusuf aleyhisselam kendisini ona hatırlatarak, mazlum olduğunu ve haksız bir şekilde hapishaneye atıldığını bildirecek ve birini ona göndermekten hiç bir şey alı koymamıştır.
Muvahhid oluşunu koruyan bir kimse bir zararın, kötülüğün ya da mağduriyetin def edebilmesi adına red ve inkar ettiği tağutun mahkemesine başvurarak düştüğü bela ve müsibetten bir nebze dahi olsa hafifletmeyi araması, onun tağuta ibadet ettiği manasına gelmez.
J- Yine Yusuf aleyhisselam Tağuta başvurması;
Bir kimse kendi itibarını ve konumunu korumak adına, kendisine atılan iftira ve suçlamalardan dolayı bir hak arayışına girerek kendisinin suçlu olmadığını ispatlama adına temyiz mahkemelerine başvurabilir. Velev ki bu kimse cezaevinde o suçtan dolayı cezası bitmiş olsa dahi.
Yusuf Aleyhisselam affedilmesine rağmen cezaevinden çıkmıyor ve kamuoyunda kendisini temiz çıkarmak adına temyiz hükmüne başvuruyor.
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونٖي بِهٖۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰتٖي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّؕ اِنَّ رَبّٖي بِكَيْدِهِنَّ عَلٖيمٌ
Kral “Onu bana getirin!” dedi. Elçi Yûsuf’a geldiğinde Yûsuf, “Efendine dön de sor ona, ‘Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?’ Şüphesiz rabbim onların hilesini çok iyi bilir” dedi. (Yusuf:50)
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ
(Kral) dedi ki: “Yusuf’u elde etmek istediğiniz zamanki durumunuz neydi/nedir sizin hikâyeniz?” Dediler ki: “Allah’a sığınırız. Biz onda hiçbir kötülük görmedik.” Aziz’in karısı da demişti ki: “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onu elde etmek istemiştim. Şüphesiz ki o, doğrulardandır.” (Yûsuf, 51)
Dolayısıyla muvahidliğini koruyan bir Müslüman, tağutun muhakemesine başvurması, kendisini savunması, affedilse yada cezaevinde çıksa bile temyiz kararı istemesi tekfir hükmünde değildir.
Kafirden yardım istenmesi ya da ona Adalet sıfatını vermek kişiyi tekfire edilmesine neden olmaz.
K- Rasulullah Mut'im bin Adiyy'den yardım istemesi
Rasulullah aleyhisselam Mekke’de İslam davetini sürdürürken Taif’e gidip orada davet yaptı ancak oradaki insanlar tarafından ağır hakaretlere, taşlamalara ve işkencelere maruz kaldı. Taif’ten kovulunca, yanında bulunan bazı müşrikler onu öldürmek istediler. Fakat Taif’li bir kabile reisi olan Mutim bin Adiyy, Resulullah’ı himayesine alarak Mekke’ye güvenle geri dönmesini sağladı. Burada Rasulullah kovuluyor ve zulme uğruyor bir grup Mekke’nin Tağutları ile ihtilaf yaşayan Rasulullah Mekkenin diğer Tağutu olan Mut’im bin Adiyy’e başvuruda bulunuyor. (Muslim)
L- Kur'an'da "Karı kocanın aralarının açılmasından korkarsanız" ayeti buna dahildir. Çünkü bilindiği gibi kadın razı olacak hakemin seçmektedir. Eğer kadın Ehli Kitaptan ise bu kimse kafir bir hakem seçerek kendi problemini çözer. İşte bu gibi konularda Tağutun mahkemesine başvurmak tağuta ibadet etmek değildir.
Dolayısıyla hiçbir nass'a ve ilme dayanmadan Mahkemeye başvurma yoluyla bir kimseyi tekfir edenler büyük belalara ve kötülükleri neden olmaktadırlar. Çünkü bu dolaylı olarak Yusuf Aleyhisselam'a hâşâ onu tekfir etmek manasındadır.
Peygamber Efendimizin Kadı Şureyh için onun kendi kavminin problemlerini ihtilaflarını çözme konusunda onaylaması tekfirciler için neyi ifade eder? Necaşi adaletli görüp sahabesini Habeşistan'a hicrete gönderen Peygamberimize bir iftira olmuş olmuyor mu?
Kur'an-ı Kerim'deki karı koca arasındaki problemin çözümü için aileden bir hakemin seçilmesi gibi bir ihtilafda ehli kitaptan olan bir kadın bir kafir hakem seçmesini Kur'an müsaade ederken bize ne oluyor?
M- Rasulullah aleyhissalatu vesselam, Hayber Seferi sırasında yeni Müslüman olmuş bir sahabenin Mekke’de hakkını almak için gitmesine izin vermiştir. Bu sahabenin adı Haccac bin Esved el-Ensari’dir.
Haccac bin Esved, Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“Ya Resulallah, benim Mekke’de bir alacağım var; ben oraya gidip hakkımı alabilir miyim? Ve alacağımı almak için senin aleyhinde konuşabilirmiyim?
Peygamber Efendimiz ona izin verdi.
Bu hadis bazı kaynaklarda İbn Hişam ve diğer siyer kitaplarında geçer.
Bu olay tağuta muhakeme konusuyla yakından ilişkilidir. Çünkü Mekke o dönemde müşriklerin egemenliği altındadır, yani henüz İslam hukuku hiç uygulanamamaktadır.
Ancak, burada hakkını almak ve zulüm görmemek için Mekkenin tağutlarına başvuruyor ve onlara ise müjdem var; diyerek, Rasulullah’ın Hayberde esir olduğunu ve savaşı kaybettiğini söylüyor buna karşılık bu Tağutlar alacağı kimseyi buluyor ve onda alıp sahabi Hacca verdiler. (İbni Hişam)
Müslüman, İslam hukuku uygulanmadığında, hakkını almak için başka yerlere gitmek zorunda kalabilir; bu durumda bu hareket küfür ve tağuta muhakeme olarak değerlendirilmez.
8- Uyarı;
İslam şeriatının egemen olduğu yerde bir kimsenin Tağuta muhakemesi muhakeme’nin ikrah olup olması ile ilgili değildir. Bilakis ikrah’da aranan şartlar bu kimsenin şer’i mahkeme olmasına rağmen ikrah olmaksızın Tağuta muhakemeyi talep etmesidir, işte bu küfrün ta kendisidir. Alimler icma ile şer’i mahkemenin olduğu yerde ikrah şartı vacip iken daru’l küfür’de ikrah şartı değil, yukarıda ifade ettiğimiz gibi tevhidi tasdik eden bir kimsenin tağutu red edip etmediğini bakılır.
Tağuta muhakeme gibi fiiller özellikle “dârü’l-küfür”de vuku bulduğunda zaten bir zulüm, haksızlık, ihtilaf, mağduriyet gibi arızî durumlar üzerinden gerçekleştiği için, bu tür fiillerin ikrah kapsamında değerlendirilmesi gerekir; dolayısıyla burada akidevi bir mesele (örneğin şirk, küfür gibi) olmaz, hele hele tekfir hiç olmaz.
İkrah, bir kimseyi kendi rızâsı dışında, tehdit, baskı veya başka yollarla bir fiili işlemeye zorlamaktır. Fıkıhta iki türdür:
İkrah-ı Mülci (zorlama, ölüm/şiddet gibi): Ciddi ölüm tehdidi gibi bir durum.
İkrah gayr-i mülci (hafif zorlama): Mal kaybı, hakaret gibi daha hafif durumlar.
Örnek:
Adamın başına silah dayanır, “küfür sözünü söyle” denir bu ikrah-ı mülcidir, kişi kâfir olmaz.
Malını alırız derler bu ikrah gayr-i mülci olabilir, yine de fiil değerlendirilir.
9- Her Muhakeme İkrah Sayılır mı?
“Muhakeme zaten zulüm, mağduriyet, hak arama ile olur; dolayısıyla bu zaten bir ikrah durumudur. O hâlde burada kişinin kendi iradesiyle hüküm koyucuyu seçtiği söylenemez; bu da akidevi değil, zaruret veya fıkhî bir meseledir.”
Misal-1;
Bir adam evinden haksızca çıkarılmış, malına el konulmuş. Hakkını almak için tağuti mahkemeye gitmiş. Gitmese malı kalmayacak. Bu adam zaruretle gidiyor. Bu hâl fıkhî bir tartışmadır; tekfir edilmez, hatta bazı âlimlerce ruhsat olabilir.
Misal- 2:
Bir adam İslami bir çözüm imkânı varken, açıkça “ben laik mahkemeye inanırım” diyerek oraya gitmiş. Bu adamın niyeti, tağutun hükmünü yüceltmek. Bu hâlde niyet ve rıza ile beraber küfür olabilir.
Çünkü ikrahın fıkıhta geçerli olması için kişinin:
Fiile mecbur kalması,
Tehditle karşı karşıya olması,
Kalbinin rıza göstermemesi gerekir.
Ama bir kişi kendi isteğiyle tağuta muhakeme olursa zorunlu olmadığı hâlde bu akidevi bir sapmadır.
Ancak zulme uğramış, çaresiz kalmış, niyeti sadece hakkını almak olan bir müslümanın tağut mahkemeye gitmesi tekfirlik değildir.
Bir mümin için burada aranan esas, ikrah değil, tağutu reddetme halidir.
Çünkü küfür diyarında yaşamak veya orada bulunmak, her zaman bir seçim ve imtihan meselesidir.
İhtilaf, zulüm ve kötülük zaten orada bir zaruret oluşturur; bu hali Müslüman için bir zorunluluk ve bazen de meşruiyet sebebi kılar.
Kur’an bu durumu dolaylı olarak şöyle ifade eder:
Burada Allah’ın emir ve yasakları, Müslümanların her durumda tağutun zulmüne karşı durmasını emreder.
10- Sonuç ve Özet
Tağuta muhakeme, İslam mahkemeleri varken kabul edilmez ve küfürdür.
Bu konuda alimler icma etmişlerdir.
Ancak ikrah (zorla yaptırılma) şartı aranır; yani zorla götürülme hâlinde mümin sorumlu değildir.
Dârul küfre’de ise önemli olan tağutu reddetme hali ve imanın devamıdır; zorunlu kalınan durumlarda bu farklı bir değerlendirmeye tabi olur.
Bu hususlar Kur’an ve sünnetten, usul ve kaidelerden hareketle alimlerin görüşleriyle netleşir.
BİR CEVAP YAZ