25 Mayıs 2025, 14:08 tarihinde eklendi

Nahiv/Arapça Dilbilgisi Bakımından Reşat Halife Asla Resül Değildir.

Nahiv/Arapça Dilbilgisi Bakımından Reşat Halife Asla Resül Değildir.

Nahiv/Arapça Dilbilgisi Bakımından Reşat Halife Asla Resül Değildir.
Gürsel Gürbüz
Tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de, ilâhî mesajın son halkası olan İslâm dininin hakikatini tahrif etmek isteyen çeşitli akımlar ortaya çıkmaktadır. Bu tür sapkın yönelişlerin birçoğu, ya Kur’an’ın nasslarını kendi hevâsına göre tevil etmeyi ya da sahih İslam anlayışını geçersiz kılacak şekilde yeni bir “ilham” veya “resullük” iddiası üretmeyi esas almıştır. Modern çağın dikkat çeken örneklerinden biri de, kendisini “Allah tarafından gönderilmiş bir resul” olarak tanıtan, aynı zamanda Kur’an’da matematiksel bir sistem bulunduğunu ve bu sistemin “19” sayısı etrafında şekillendiğini ileri süren Reşad Halife adlı şahıstır. Ne var ki bu tür iddialar, sadece teolojik açıdan değil; dilbilimsel, mantıkî ve epistemolojik açılardan da çürük temellere dayanmaktadır.
İslam’da peygamberlik (nübüvvet) ve resûllük, sadece Allah tarafından belirlenen ve vahiy alan özel şahsiyetlere mahsus bir makamdır. Bu makamlar ne eğitimle, ne zühdle, ne de toplumun oybirliğiyle elde edilebilir. Bu sebeple, bu ilahî vazifenin herhangi bir insan tarafından sahiplenilmesi büyük bir iddia ve tehlikeli bir sapmadır. Son dönemlerde bazı şahısların, özellikle Reşîd Halîfeler gibi sahabenin büyükleri hakkında “resûl” veya “nebî” sıfatlarını kullanarak onları bu yüce makamlarla vasıflandırmaları, hem şer‘î açıdan hem de Arap dili açısından ciddi bir tahrife kapı aralamaktadır.
Bu makalede, özellikle Arap dili nahiv kuralları bağlamında “resûl” ve “nebî” kelimelerinin kullanımı, nekre-mârife farkı, cins, cinsiyet, siyak-sibak ve izafet gibi dilbilgisel ilkeler ışığında ele alınacak ve bu kavramların Reşîd Halîfeler için kullanılmasının ilmen ve aklen mümkün olmadığı ortaya konacaktır. Zira dil, anlamın anahtarıdır; Kur’an ve Sünnet’in doğru anlaşılması ise sahih bir dil ilmiyle mümkündür. Bu nedenle meseleyi sadece kelâmî değil, aynı zamanda dilsel ve mantıksal boyutlarıyla değerlendirmek zaruridir.
Bir hakikatin sahih olup olmadığı; üç temel mihenk taşıyla ölçülmelidir:
a. Lügat ve nahiv açısından sağlamlık (yani dilsel doğruluk),
b. Aklî-mantıkî tutarlılık (yani çelişkisiz düşünce),
c. Nassî ve ilmî geçerlilik (yani Kur’an ve sünnetle uyumluluk).
Reşad Halife’nin hem Kur’an ayetlerinin sayısına müdahale etmesi (özellikle Tevbe Sûresi 128-129’u reddetmesi), hem de kendisinin “Hz. Muhammed’den sonra gelen resul” olduğunu söylemesi; bu üç temel kritere de açıkça aykırıdır. Özellikle onun “resullük” iddiasını meşrulaştırmak için Kur’an’da geçen “resul” ve “nebi” kavramları üzerinde yaptığı keyfî oynamalar, Arap dili ilmiyle sabit olan anlam ayrımlarını yok saymakta ve ümmetin icmâını görmezden gelmektedir.

1- Kur’ân’ın Arapça Olması: Arapların Dilbilgisiyle Anlaşılmasını Zaruri Kılar.
Kur’ân-ı Kerîm’in indiriliş dili olarak Arapça seçilmesi, sadece bir iletişim tercihi değil; aynı zamanda Allah Teâlâ’nın insanlara hikmetle ve tam anlamıyla idrak edilebilir bir şekilde hitap etmeyi murad etmesinin bir gereğidir. Bu hakikat, birçok ayette açıkça vurgulanmıştır. Özellikle şu ayet meselemiz açısından çok önemlidir:
“إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ”
“Şüphesiz biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik; olur ki aklınızı kullanırsınız.”(Yusuf 12/2)
 Bu ayet açıkça gösteriyor ki: Kur’an, dil mantığıyla anlaşılmalı. Uydurma veya uydurulmuş kelime tanımlarıyla değil, Arapça’nın yerleşik dil bilgisiyle yorumlanmalıdır. Bu ayet, dilin taşıdığı mananın anlaşılmasının, ancak o dilin kurallarına vâkıf olmakla mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. Yani Allah Teâlâ bu kelâmı Arapça olarak indirmişse, onun lafızları, vezinleri, siyakı (bağlamı), nahvi (cümle yapısı), sarfı (kök ve kalıpları), i’rabı (kelimenin cümledeki yeri) ve diğer dil kuralları üzerinden doğru biçimde anlaşılması zorunludur. Çünkü Kur’an’ı anlamak için sadece tercüme değil, dilbilimsel derinlik gerekir.

2-  “Resûl” ve “Nebî” Kavramlarında Arapça Dil Kurallarıyla Ayrım Bir Zorunluluktur.
Kur’an’da geçen “nebi” (نبيّ) ve “resul” (رسول) kavramları, görünüşte birbirine yakın anlamlar taşısa da; Arapça dil yapısı (nahiv ve sarf) açısından farklı kökenlerden gelen, ayrı manalar taşıyan iki özel terimdir.
Bu ayrımı doğru anlamak için Arapça’daki kelime kökleri, türevleri ve kullanıldığı bağlamlar mutlaka bilinmelidir. Zira Kur’an’da bu iki kavram bazı yerlerde beraber kullanılmış, bazı yerlerde biri diğerine tercih edilmiştir. Bu farklar, sadece Arapça bilenlerin kavrayabileceği incelikleri taşır. İşte tam da bu yüzden Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ” — “Umulur ki aklınızı kullanırsınız”
Bu ifade, sadece “dilsel bilgi” değil, o bilgiyi aklî, mantıkî ve tutarlı biçimde yorumlama sorumluluğunu da yükler. Arapça bilmeyen bir kimse, “resul” kavramını sadece sözlükteki genel anlamıyla alırsa, Reşad Halife gibi sahte iddiaları da meşru görebilir. Oysa bu tür derinlikli ayrımlar, ancak ilim ve Arap diliyle yapılabilir.

3- “Nebi” ve “Resul” Kelimelerinin Sarfî ve Lügatî Kökenleri
A. النَّبِيّ (Nebi) Köken: نَبَأَ (nebe’e) fiilinden türemiştir.
Nebe’ (نَبَأ): Büyük, önemli, doğruluğu kesin ve haber değeri taşıyan bilgi demektir. Kur’an’da bu anlamda çokça geçer (bkz. en-Nebe’ 78/1).
Nebi: “Kendisine Allah tarafından vahyedilen ve bu bilgiyi ümmete aktaran kişi” anlamındadır. Yani vahiy alan kişidir.
B. Sarf (morfolojik yapı):
Nebi, “فَعِيل” veznindedir. Bu vezin bazen ism-i fâil, bazen sıfat-ı müşebbehe anlamında kullanılır. Burada ise sıfat-ı müşebbehe gibi sabit bir vasıf ifade eder: “çokça nebe’ alan kişi”, yani Allah’tan sürekli vahiy alan.
 C. الرَّسُول (Resul) Köken: رَسَلَ (rasala) fiilinden türemiştir.
Rasala: Göndermek demektir. “Resul” kelimesi, gönderilen elçi anlamına gelir. Resul: Allah’ın insanlara mesaj ulaştırması için bir ümmete gönderdiği elçi, yani tebliğ edicidir.
D. Sarf (morfolojik yapı):
Resul, “فَعُول” veznindedir. Bu vezin genellikle ism-i mef’ûl anlamı taşır. Yani “gönderilen” demektir. Nitekim Kur’an’da “resul” kelimesi hem insanlar için (elçi peygamberler) hem de melekler için kullanılır (bkz. Meryem 19/19).

4- Nebi İle Resül Arasındaki Temel Fark Nedir?
 “Her nebi resûldür, ama her resûl nebi değildir.” Bu ifade yanlıştır ve Kur’an’a, sahih sünnete ve selef âlimlerinin anlayışına aykırıdır. Doğru ifade şudur:
“Her resûl nebirdir, fakat her nebi resûl değildir.”

5- “Nebi” ve “Resûl” Kelimeleri Kur’an’da Nasıl Kullanılmıştır?
Kur’an’da bu iki kavram bazen beraber, bazen ayrı ayrı geçer. Bu da bize şunu gösterir:
Resûl: Allah tarafından gönderilen ve kendisine yeni bir kitap veya yeni bir şeriat verilen elçidir.
Nebi: Allah’tan vahiy alan, fakat yeni bir kitap verilmeyen, önceki bir şeriatla amel eden peygamberdir.
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ
“Senden önce hiçbir resûl ve nebi göndermedik ki…”
Bu ayette resûl ve nebi ayrı ayrı zikredilmiştir. Demek ki bu iki sıfat arasında fark vardır. Her resûl bir nebi olduğu için birlikte geçmektedir, ancak her nebi bir resûl değildir.
Meryem Suresi, 54. Ayet:
إِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا
“O (İsmail), sözünde durandı, resûl ve nebiydi.”
Burada “resûl” ve “nebi” unvanı birlikte zikredilmiştir. Bu, bir kişinin hem resûl hem de nebi olabileceğini; ama bu sıfatların aynı şey olmadığını gösterir.

6- Usûl-i Dîn Kaidesi:
“Resûl, şeriat getiren nebîdir. Eğer bir kişi resûl olduğunu iddia ederse, bu onun Allah’tan vahiy aldığını ve yeni bir hüküm getirdiğini iddia etmesi anlamına gelir.” Dolayısıyla:
“Ben resûlüm” diyen biri, “Allah bana vahiy gönderdi” demiş olur. Bu ise doğrudan vahiy alma iddiasıdır. Ki bu nübüvvetin devam ettiğini söylemek demektir.

7- Sadece “Nebi” Olan Ve Resül Olan Peygamberler Kimlerdir?
A- Kur’an’da doğrudan “nebi” olarak anılan, ancak “resûl” olarak anılmayan peygamberler şunlardır:
Harun (عليه السلام) Nebi (Meryem 19/53)
Zekeriyya (عليه السلام) Nebi (Meryem 19/2 ve 7)
Yahya (عليه السلام) Nebi (Meryem 19/12-13)
Harun, Zekeriyya, Yahya gibi bazı peygamberler resûl olarak geçmez. Ancak vahiy aldıkları için nebidirler.
B- Hem “Resûl” Hem “Nebi” Olanlar
İsmail (عليه السلام) Nebi ve Resûl (Meryem 19/54) → Her ikisi
Musa (عليه السلام) Resûl, Nebi Meryem 19/51
İsa (عليه السلام) Resûl Âl-i İmran 3/49
Nuh (عليه السلام) Resûl, Nebi Nisa 4/163
Muhammed (صلى الله عليه وسلم) Resûl, Nebi Ahzâb 33/40
C- Kur’an’dan Net Delil:
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسَىٰ إِنَّهُ كَانَ مُخْلَصًا وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا
“Kitapta Musa’yı an. O ihlâslıydı. O bir resûl ve bir nebi idi.”
Bu ayet, “resûl” ve “nebi” unvanlarının ayrı olduğunu ve bir kişide ikisinin birden bulunabileceğini açıkça göstermektedir.
Hac 22/52:
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ
“Senden önce hiçbir resûl ve hiçbir nebi göndermedik ki…” Bu ayet açıkça resûl ve nebi arasında fark olduğunu gösterir.

8- Son Nebi Otomatikman Son Resulü Gerekli Kılar.
Ahzâb Suresi 33:40 
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِن رِّجَالِكُمْ وَلَٰكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur.”
وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ :Ve peygamberlerin mührü/sonu
“خَاتَمَ”: “Mühür, son” demektir, isim olarak “son, bitiş, mühür”. Burada peygamberlik zincirinin son halkası anlamında kullanılır
“النَّبِيِّينَ”:“Peygamberler” kelimesinin cemi (çoğul) halidir

9- Nahiv Açısından Tahlil:
“خاتَمَ النَّبِيِّينَ”: isim tamlamasıdır (mudâf-mudâf ileyh)
“Nebi”lerin tamamını kapsar (elif-lâmlı cins) “خاتَم” kelimesi son, mühür, bitirici anlamına gelir. Bu, Arapların dilinde şu demektir: “Ondan sonra artık nebi de, resul de gelmeyecek.”
Çünkü resûl, nebî olmadan olamaz. Eğer nebîlik sona ermişse, resûllük de sona ermiştir.
Bu da Arap dili kurallarınca zorunlu sonuçtur. Resûl kavramını keyfî yorumlamış, Kur’an dışı anlamlar yüklemiştir. “Ben yeni bir şeriat getirmiyorum ama resûlüm” demek, Arapça dil mantığına terstir. Bu, Kur’an’ı Arapça değil, başka bir mantıkla okumaktır.

10- ‘’Hatem’’in Okunuşu ve Manası Nedir?
“خاتَم” ve “خاتِم” Kelimeleri arasında nahivde fark vardır
“خاتَم” (fetha ile) → Bitiren, sonlandıran, tamamlayan (isimdir)
“خاتِم” (kesra ile) → Mühür, damga; müteaddi anlam taşır
Bu ayette kelime hem kıraatlerde “خاتَم” olarak okunmuştur, bu da “nübüvveti bitiren” anlamındadır. Lafız olarak bu, Muhammed aleyhisselam’dan sonra hiçbir şekilde nebî ve dolayısıyla resûl gelmeyeceğini ifade eder.
Resûl olmak ancak vahiy almakla mümkündür; vahiy olmadan ne nebî ne de resûl olunabilir. Bu nedenle, Kur’an’ın açık ifadesi ve Arapça dilin kapsamlı anlamı, Muhammed’in (sav) son peygamber ve resûl olduğunu ve onun ardından yeni bir resûl gelmeyeceğini kesin bir şekilde ortaya koyar. Nitekim;
إِنْ هُوَ إِلَّا رَجُلٌ أُوحِيَ إِلَيْهِ…
“O sadece kendisine vahiy edilen bir adamdır…” “إِنْ هُوَ إِلَّا” ifadesi hasr bildirir, yani “ancak ve sadece” Resûl olmak için vahiy almak şartıdır. Vahyin kesildiği bir toplumda artık resûl de olmaz. Muhammed aleyhisselam’e son olarak vahiy geldiğine göre, yeni resûl de olamaz. “خاتم النبيين” lafzı dil açısından tüm nebîliği bitirir. Her resûl nebîdir, ama her nebî resûl değildir. Nebîlik bitince, resûllük de bitmiş olur. Kur’an ve Arap dili bu konuda açık, kesin, kat‘îdir.

11- Arapça’da “Elif-Lâm” ve Cinsî İstigrak
“خاتم النبيين” ifadesindeki “النبيين” Lafzı başındaki elif-lâm ile marife (belirli) olmuş ve tüm nebîleri kapsar. Nahiv Kaidesi:
“Elif-lâm cins içindir” denildiğinde, bu ifadenin bütün türü kapsadığı anlaşılır. Burada “nebîlik cinsi” sona ermiştir. Bu da ne demektir?
Artık ne türden olursa olsun (kitapla, kitapsız, uyarıcı, müjdeleyici vs.) hiçbir nebi gelmeyecek, dolayısıyla da resûl gelmeyecektir. Çünkü resûllük, nübüvvet cinsinin içinde özel bir şubedir. 
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ…
 “مَا كَانَ” → Nafiye ve kâna fiili ile birlikte kullanıldığında, bu yapı bir şeyin aslında da, gelecekte de olmayacağını ifade eder
 Nahivte Buna Ne Denir?
“Nefy-i cevher” – yani öz itibariyle bir şeyin hiç gerçekleşmemesi. Burada da aynı kalıp devam ederek  Muhammed aleyhisselam’ın sadece Allah’ın Resûlü olduğu ve nebîlerin sonuncusu olduğu ifade edilir. Bu ifade geleceğe yönelik olarak da başka nebî gelmeyeceği anlamını taşır.
Usûl Kaidesi: “Küllî (tümel) sona erdiğinde, cüz’î (tikel) de sona erer.”
Yani: Her resûl aynı zamanda nebîdir. Eğer nebîlik sona ermişse, o zaman resûllük de sona ermiştir. Dolayısıyla “Raşid Halîfeye veya başkalarına “resûl” demek, ya bu kaideyi inkar etmek ya da “nebîlik hâlâ devam ediyor” demektir ki bu da küfürdür. 

12- Arapların Lisanında “Son”un Manası
Arapça’da “خاتم” (son) kelimesiyle ilgili örnek: Arap, “فلانٌ خاتمُ القومِ” derse, bu “o kişi o kavmin sonuncusudur” demektir. Buradaki “خاتم”, açık bir şekilde ondan sonra kimse gelmez anlamına gelir. Kur’an bu ifadeyi “خاتم النبيين” şeklinde kullanarak hem Arap dilindeki yerleşik manayı hem de te’kidli bir şekilde sona erme anlamını bildirir.
“خاتم النبيين” (hâtemen nebiyyîn): “Hâtem” kelimesi ism-i fail veya mübalağa sıygası olarak gelmiştir. Bu kullanım, fiilî kapanışı ifade eder. Arapça’da hâtem kelimesi bir şeyin sonuncusu, bitireni anlamındadır (el-Hâtemu: el-Âhir) “النبيين” (nebiyyîn): Marife (belirli) ve cemi (çoğul) olarak gelmiştir. Yani tüm nebîli  makamları kast edilmektedir. Bu bağlamda nebiliğin sona erdiği, dolayısıyla risaletin de sona erdiği dil bakımından zarurîdir. Çünkü her resûl aynı zamanda nebîdir. Usul kaidesi: “Küllî’nin bitişi, cüz’î’yi de kapsar”
En‘âm Suresi 34. Ayet
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ… وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ ٱللَّهِ
“Senden önce de birçok resûl yalanlandı… Allah’ın kelimelerini değiştirecek yoktur.”
 Dilbilgisi Açısından:
“كُذِّبَتْ رُسُلٌ” → Rüsul burada nekra (belirsiz) ve cemi (çoğul) olarak gelmiştir, yani “her türden resûller” kast edilmektedir
Ardından gelen “لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللَّهِ” → Allah’ın sünnetinde değişiklik olmayacağı vurgulanır. Son nebinin gelmesiyle birlikte bu Allah’ın kelamında sabit bir sünnettir. Yani resûl gelme sünneti bitmiştir. Bu ifade, sabitliği bildirir.
Tevbe Suresi 33. Ayet
هُوَ ٱلَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِٱلْهُدَىٰ وَدِينِ ٱلْحَقِّ…
“O, resûlünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur…” “رَسُولَهُ” → Zamirli izafet (onun resûlü), yani özel tekil şahıs, bu da Muhammed aleyhisselam idi.

13- Arap Kültüründe Hateme
. خاتَم الكُتُب (Kitapların Mührü) 
Anlam: Bir kitaba “hatem” konduğunda, o kitabın sadece sayfalarının sonuna gelinmemiştir, kitabın içeriği tamamlanmış, mesajı mühürlenmiştir. Bu bağlamda, “kitapların mührü” denildiğinde, tüm kitapların tamamlandığı ve başka kitap gelmeyeceği ima edilir. Örnek kullanım: “هٰذا الكتاب خاتم الكتب” → “Bu kitap kitapların mühürüdür.”
2. خاتَم العَقْد (Sözleşmenin Mührü)
Anlam: Bir sözleşmeye “hatem” vurulması, sözleşmenin sadece imzalanması değil, tüm maddelerinin, hükümlerinin kesinleşip tamamlanması demektir. Bu, sözleşmenin tamamen bağlayıcı ve son hali anlamına gelir.
3. خاتَم الحُكْم (Hükmün Mührü)
Anlam: Bir mahkeme kararına “hatem” konması, kararın sadece yazılmasının bitmesi değil, artık kesinleşip, üzerinde değişiklik yapılamayacak şekilde kapatılmasıdır. Böylece “hükmün mührü”, o kararın tamamlandığını ve nihai olduğunu ifade eder.
4. خاتَم الفَرَج (Kurtuluşun Mührü)
Anlam: Bir sıkıntı, problem veya kriz “hatem” ile sona erdirildiğinde, sadece olayın sonlanması değil, tüm etkilerinin ortadan kalkması ve çözümün kesinleşmesi anlamındadır. Bu ifade daha çok mecazi anlamda kullanılır.
5. خاتَم الوصية (Vasiyetin Mührü 
Anlam: Vasiyetin tamamlanıp kesinleşmesi, yani ölüm öncesi son isteklerin netleşmesi ve başka ekleme yapılamaması durumudur. Vasiyet “mühürlenmiş” olur.
Arapçada “خاتم” kelimesi ve onun türevleri, sadece “son” veya “bitiş” anlamı taşımaz; bütün işlev, özellik ve sorumlulukların eksiksiz ve kesin şekilde tamamlanıp kapatılması anlamına gelir. Bu nedenle: “خاتم النبيين” ifadesi, Muhammed’in (sav) sadece son peygamber olmadığını, aynı zamanda peygamberlik misyonunun tüm niteliklerini tamamlayıp mühürlediğini ifade eder. Bu kapsamda nebi ve resul sıfatlarının birlikte sona erdiği anlaşılır.
Bir şeyi “mühürlemek”, o şeyi tamamlamak, bitirmek, sona erdirmek anlamına gelir.
Bu nedenle, Araplar günlük konuşmada ve edebi dilde “hateme” kelimesiyle bir şeyin bütün vasıflarını, fonksiyonlarını ve mahiyetini sonlandırmak kast edilir.
Arap dilinde “son” (خاتمة) kelimesi, sadece zaman bakımından son olmakla kalmaz, aynı zamanda o şeyin bütün vasıflarının, görevlerinin ve fonksiyonlarının da sonu anlamına gelir. Dolayısıyla, “خاتَمَ النَّبِيِّينَ” ifadesi, Muhammed aleyhisselam’ın sadece “peygamberlerin sonuncusu” olmadığını, peygamberlik misyonunun, ilahi vahiy ve görevlerin tamamıyla sona erdiğini ifade eder. Bu nedenle, başka bir peygamber veya resûl iddiası Kur’an’ın ve Arapça dilinin açık mesajına aykırıdır. 

14- Selef Âlimlerinin Açıklamaları:
 İmam Fahreddin er-Râzî (v. 606 h.):
“Resûl, yeni bir şeriat ile gönderilendir. Nebi ise önceki resûlün şeriatıyla amel eder ama vahiy almaya devam eder.”
İbn Teymiyye (v. 728 h.):
“Resûl, Allah’tan vahiy alıp tebliğ etmekle görevli olan kişidir. Nebi ise tebliğle yükümlü olmayan ama vahiy alan kişidir. Resûl, insanlara açık şekilde gönderilir; nebi ise bazen sadece kavmi içinde görevlidir.”
 Kurtubî (v. 671 h.):
“Her resûl nebirdir. Fakat her nebi resûl değildir. Çünkü nebi, bazen yeni bir kitap getirmez; sadece eski şeriatı uygular.”
İbn Fâris (Mekâyîsü’l-Luğa):
“Nebi, gaybdan haber getiren kişidir. Resul ise gönderilmiş bir elçidir.”
Ragıb el-İsfahanî (el-Müfredât):
“Her resul bir nebidir; fakat her nebi resul değildir. Nebi kendisine vahiy gelen kişidir. Resul ise bu vahyi bir topluma ulaştırmakla görevlidir.
İbn Hacer el-Askalânî:
“Nebi, ümmetini önceki şeriat üzerine uyaran kişidir. Resul, yeni bir kitap ve şeriatla gönderilen kişidir.”

15- Hidayet ve Din Tamamlanmıştır.
ٱلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ…
“Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim…” (Maide:3)
“أَكْمَلْتُ” Fiili, tamamlanma ve sona erme anlamı taşır. Fiilin sigası mâzî (geçmiş zaman)dır, yani olay bitmiştir. Eğer yeni bir resûl veya yeni bir dinî hüküm gelseydi bu ayet yalanlanmış olurdu (bu da ayetin inkarıdır). Arapçada “kemâl” bitmişlik ve eksiksizlik bildirir. Bir şey tamamlanmışsa yeni bir parça eklenemez  
فَاِنْ اٰمَنُوا بِمِثْلِ مَٓا اٰمَنْتُمْ بِه۪ فَقَدِ اهْتَدَوْاۚ  
Şayet onlar (misli misline), sizin iman ettiğiniz gibi inanırlarsa, hidayete ererler.(Bakara,137) 
Bu ayette Allah azze ve celle sahabe gibi iman ederlerse ancak hidayet bulur şartına baktığımızda Reşat halifeye inanlar asla sahabe gibi iman etmemiş oluyorlar. Öyleki sahabeler böyle bir resul duymadılar ve bunlar gibi hadis inkar etmediler.

14- Müddessir 30-31 Ayetleri ve Reşad Halife’nin İddiasının Temelsizliği
“عَلَىٰ قَلْبِكَ لَا يَزِغُ”  “وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَدًا
”(Allah) Senin kalbine (Kur’an’ı) koymuştur; hiçbir şey sapmaz.” Ve hiçbir nefis (kimse) yarının ne getireceğini bilemez.”
Bu ayetler, Hz. Peygamber’in kalbine konan vahyin sapmaz, bozulmaz olduğunu ve insanın geleceği bilmediğini belirtir.
Ayetler, Hz. Muhammed’in kalbinde vahyin muhafaza edildiği ve onun mesajının doğru, bozulmamış olduğuna vurgu yapar.
Reşad Halife, Müddessir 30-31 ayetlerini kullanarak “ben de Resûlüm, bana vahiy geldi” demektedir.
Ancak bu ayetler yalnızca Hz. Muhammed’in kalbindeki vahiy ve onun mesajının doğruluğu hakkında konuşur; başka bir kişiye ya da sonradan gelen bir vahye işaret etmez. Ayetlerin bağlamı, Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğinin kesinliğini ve vahyin doğruluğunu pekiştirir, yeni bir peygamberlik iddiasını değil.
“عَلَىٰ قَلْبِكَ” ifadesi burada tekil ve özel zamirdir; yani “kalbine” doğrudan Hz. Muhammed’e yönelik bir hitaptır.
Bu özel kullanım, bu ayetin evrensel bir genellemeden ziyade Hz. Muhammed’in kalbine konan vahiyden bahsettiğini gösterir.
Yeni bir resûl veya peygamber iddiası için ayetin metni ve yapısı uygun değildir.
Eğer bu ayet başka biri için de vahiy ve peygamberlik iddiasına delil olsaydı, Kur’an’da açıkça böyle bir ifade yer alırdı.
Ancak İslam’ın temel prensibi, Hz. Muhammed’in (sav) son peygamber (Hatemu’n Nebiyyin) olduğudur (Ahzab 40).
Bu mantıkla, ayetin Hz. Muhammed’e özel olması, onun peygamberliğinin kesinliği ve benzersizliğini ifade eder.
Müddessir 30-31 ayetleri, Reşad Halife’nin iddiasını desteklememekle kalmaz, aynı zamanda Kur’an’ın son peygamberlik mesajını vurgulayan diğer ayetlerle çelişir.
“Hatemu’n Nebiyyin” (Ahzab 40) gibi ayetler Hz. Muhammed’in peygamberliğinin son olduğunu bildirirken, yeni bir resûl iddiası temelsiz kalır.
Müddessir 30-31 ayetleri, sadece Hz. Muhammed’in kalbindeki vahyin doğruluğunu ve korunmuşluğunu ifade eder, başka bir peygamberlik veya resûllük iddiası için delil teşkil etmez.
Reşad Halife gibi şahısların bu ayetleri kendi peygamberlik iddiasına delil olarak sunmaları, ayetlerin bağlamını ve dilbilgisini anlamamalarından kaynaklanan temelsiz ve hatalı bir çıkarımdır.

15-   Reşad Halife ve Benzeri Sahte Peygamberlere Yönelik 10 Kritik Soru
- Vahiy aldığını iddia ediyorsun; peki, Allah’ın sana gönderdiği vahiy nerede? O vahiy Kur’an gibi korunmuş ve yazılı mı, yoksa senin söylediklerin mi?

- Muhammed (sav) “Hatemu’n Nebiyyîn”dir (Ahzab 40). Bu ayeti nasıl yorumluyorsun? Bu ayet senin peygamberlik iddianı nasıl etkiler?

- Kur’an “Şüphesiz biz Kur’an’ı Arapça indirdik” (Zuhruf 3) diyor; Neden Tevbe 128 ve 128 ayetlerini inkar ediyorsun?

- Her resûlün vahiy aldığı Kur’an’da açıkça belirtilmiştir; sen vahiy aldığını iddia ediyorsan, bu vahyin içeriği ve kaynağı nedir? Muhammed’in (sav) getirdiği vahiyden farklı ne sunuyorsun?

- Kendi iddianı destekleyecek açık, Kur’an ve sünnetten deliller sunabilir misin, yoksa sadece kendi yorumuna mı dayanıyorsun?

- Tarih boyunca peygamberler, toplumu Allah’a çağırırken mucizeler ve kesin delillerle desteklenmişlerdir; senin iddian için ne tür deliller ve mucizeler sunuyorsun?

- Kur’an’da “Resûl” ve “Nebî” terimleri nasıl kullanılıyor, sen bu iki kelimenin arasındaki farkları doğru anlayıp açıklayabiliyor musun?

- Senin iddian sadece kendi kişisel beyanına mı dayanıyor, yoksa objektif, akli ve delillere dayalı bir temele mi? Akli mantık ve bilimsel yöntemlerle desteklenen bir delilin var mı?
Bu sorularla karşı tarafın iddialarının ne kadar temelsiz, çelişkili ve cehalet boyutunda olduğunu ortaya koyabilir, onların iddialarına karşı sağlam ve ikna edici bir tutum sergileyebilirsin.

 

 

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *